Quantcast
Channel: Umud'um...
Viewing all 71 articles
Browse latest View live

hain hüzün

$
0
0

Geçmeden nasıl acıttığını bilemediğin zamanlar gibi,
içimdeki nasır tutmuş yara şimdi her soğukta sızlıyor oysa kanamamıştı bile veyahut ben öyle zannetmiştim..
Gördüğümde hayatın kırmızısı gibi gelmişti meğer acının kırmızısıymış..O nasırdan bana kalan acı olmasa bile hep bir hüzün oldu..

Kulağımda bir viyolensel hüznü,nereye gitsem benimle..İçimde en derinde ki bulup da çıkartmayayım diye biliyorum..Hain hüzün koydum adını..

İnsanlar içinde hain hüzünle gezen bir ben ile karşılaşıyorlar ve hayatlarına devam ediyorlar ne tuhaf..Yoksa tuhaf olan hayatlarına devam eden insanlara rağmen hain hüzünden vazgeçemeyen ben mi?

Üstelik insanları kandıran,onlardan sakınan da benim..Hain de benim hüzün de!..Ama bunu ne sen duy, ne ben söyleyeyim..Duyma ki sen hiçbir şey olmayan hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebil,söylemeyeyim ki ben de içimdeki vazgeçemediğim bu hain hüznü küstürmeyeyim.......................................................

Ankara-Kasım-2012

Dedemin İnsanları

$
0
0





 Geçen Akşam televizyonda Dedemin insanları fiilmini gördüğümde hemen kaydetmeye başladım filmi..Şirinella uyuduğunda film saati başlamıştı artık..Filmi hem izliyor hem de deli gibi höyküre höyküre ağlamaktan çok korkuyordum..Aslında korktuğum ağlamak değil de zira günün her saati her koşulda ağlayabilirim..Sanırım yaş ilerledikçe oluyor!Bilmiyorum ne diyorduk ağlamak değil de o izlediğim, "nolurrr benim babam oll benim dedemm ol yoksa hayatım ziyan olacak" diye yalvarasım gelen Mehmet bey'e ya da hem ayağımıza şalvar geçirip hem de hayattan çocuklardan erkeklerden konuşabileceğim bi yandan şarap içebileceğim Nurdan'a, çilek kaynatıp börülce ayıklarken eski hikayelerini dinleyip dinleyip gülüp hüzünleceğim evin annesi Nadire hanım'a işte tüm bu iyi insanlara bişi olacak kesin başlarına pis bişi gelecek diye tırsa tırsa izlemek çok pis ..Hayatta tanıdığın ve çok sevdiğin bir insanın başına gelen felaket gibi karşılıyorum Çağan Irmak'ın filmindeki karakterlerin başına gelenleri..sonra da çok uzun süre kurtulamıyorum etkisinden..Sanırım bu da yaş ilerledikçe oluyor..Bunu da bilmiyorum!

Ege'de küçük bir sahil kasabasında yaşayan Girit göçmeni bir aile..Mehmet bey(Çetin Tekindor) kasabada saygı gören ve yardımsever bir beyefendi..Henüz çocukken  doğduğu topraklardan mübadele sebebiyle ailesi ile göç etmek zorunda kalıyor..Ama o beyaz boyalı evini, toprağını hiç unutmuyor ve bir gün hep çocukluğunun geçtiği evine dönmeyi arzuluyor..Hatta denize her girişinde sahilden o kıyılara ulaşsın diye name yazıp şişelerin içine koyup koyup atıyor..Çünkü Mehmet bey iyi insanlara hala inanıyor ve biliyor ki o şişedeki nameyi biri bulsa götürüp Mehmet bey'in insanlarına ulaştıracak..

He tabi bir de Ozan var..Mehmet bey'in torunu.."Deniz çocuk"'un yerine doğan..Ozan etrafındaki insanların onlarla "gavur"diyerek dalga geçmesine (çocuklar arasında dalga- yetişkinler arasında arkadan fısıldaşmalar)çok içerliyor..zor bir dönem..Hem Ozan için hem de ülke için zira ihtilal kapıda..İşte biz de tam o yazın herkes ve Ozan üzerinde ki değişimine tanıklık ediyoruz filmi izlerken..

velhasıl yine Ege insanının sıcaklığını,ait olmayı ya da olamamayı, acıları ve mutlulukları izlemek isterseniz çok güzel bir film sizi bekliyor..

Filmde çalan aşık olduğum Crystal Gayle şarkısı ile sizleri başbaşa bırakıyorum..
                                                                                                                                                                                                       



sıfıra sıfır elde var sıfır..

$
0
0
Mutlak sıfır, bir maddenin moleküllerinin entropisinin minimum değerine ulaştığı teorik sıcaklık. 0 Kelvin, –273.15 °Celsius, 0 Rankineve –459.67 ° Fahrenhayta eşittir.[1]

annadın mı bişi? Ben de annamadım zaten..sana şöyle anlatayım o zaman..

Konumuz sıfır..rakkammlaa 0..Kim bulmuş peki? Belki Mayalar? Öyle bir rivayet varmış..Bi de matematiksel olarak Hindistan'da geliştirildiğini diyenler de var..



Mesela ne var denize sıfır var di mi?



Meselaaa 0 km kızzz gibi araba var..





Bilemedin otur sıfır!!! var..pek fena..



Sonnaa benim moralim sıfır! varr..



Sıfır hata var ki ooo yapmak çok zor!! (benim için en azından)



cube zero (küp sıfır) filmi var..2004 kanada yapımı..Birbirlerini tanımayan yedi kişi bilmedikleri bir nedenle kendilerini bir küpün içinde buluyorlar..falan filan gelişiyor olaylar..




Sıfır diye bir grup varmış mesela..Şarkının ismi SIFIRLAMAK




Sıfır yok oluş diye bir kavram varmış..Doğa üzerinde bazı alanlar dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmayan ve burda da kırmızı liste kriterlerine göre tehlike altında olan bir ya da birden çok canlı türünü içermekteymiş.
Ülkemizde de 451 canlı türünün "Sıfır yok oluş" kriterlerini sağladığı belirlenmiş..Doğa Derneği tarafından Hedef:Sıfır yok oluş isimli bir proje başlatılmış..Destekçileri de Atlas dergisi ve CNN Türk'müş..
Kampanya kapsamında yürütülecek projeler şunlarmış;

1 - Urfa'nın BozkırlarıUrfa bozkırlarında 100'den az ceylan kaldı. Son ceylanlar, Türkiye'nin Doğa Fonu sayesinde yaşamaya devam ediyor. Kampanyaya yapılan bağışlarla ''Urfa'nın Bozkırları'' projesi 2007 yılında başladı.

2 - Anadolu Parsı'nın KeşfiAnadolu parsının Türkiye’de yaşadığı son alanlar Türkiye'nin Doğa Fonu sayesinde keşfedilecek.


3 - Antalya MakilikleriYüzlerce bitki ve hayvan türü dünyada yalnızca Antalya makilerinde yaşıyor. Türkiye'nin Doğa Fonu Antalya’ya özgü canlıların yok oluşunu engelleyecek.

4 - Son 11 Telli TurnaSon 11 telli turna Muş'taki Bulanık Ovası'nda yaşıyor. Telli turnaların geleceği için Irmak Okullarıyla birlikte çalışıyoruz. Proje, 2008 yılı boyunca uygulanıyor olacak.


5 - Fokların Son SığınağıAkdeniz fokunun Türkiye’deki en önemli yaşam alanlarında biri İzmir - Karaburun Yarımadası. Türkiye'nin Doğa Fonu bu bölgedeki koruma çalışmalarını başlatacak.


6 - Doğu Karadeniz'in DağlarıDoğu Karadeniz Dağları, Türkiye'nin doğası en zengin bölgelerinden biri. Türkiye'nin Doğa Fonu, bölgede yaşayan boz ayı, dağ horozu gibi bayrak türlerin korunmasını sağlayacak.


7 - Son 200 OrkideTürkiye'nin Doğa Fonu, dünyada sadece Batı Toroslar'da yaşayan iki orkide türünün korunmasını ve üretilmesini sağlayacak.


8 - Sultansazlığı Suyunu ArıyorTürkiye'nin Doğa Fonu, Develi Ovası'nda damla sulama uygulamalarını teşvik ederek ülkemizin en önemli sulak alanlarından Sultansazlığı’na hayat vermeyi amaçlıyor.


9 - İstanbul'un KartallarıAvrupa'daki kartalların yüzde doksanından fazlası her yıl İstanbul semalarından geçiyor. Türkiye'nin Doğa Fonu sayesinde kurulacak “Boğaziçi Doğa Evi” İstanbul’un benzersiz zenginliğini Türkiye'ye ve dünyaya tanıtacak.


10 - Doğa'nın Okulu 

Ankara’da kurulacak olan merkez, Türkiye doğasının tanınıp korunması için altı yaşından yetişkin çağa kadar farklı yaş grubundan insanlara uygulamalı doğa eğitimi olanakları sunacak.

KAYNAK http://www.dogadernegi.org/sifir-yok-olus.aspx



Sıfır belki de sonsuzluktur?? İki sıfır bir araya gelip sonsuz olur?



bir tekerlemesi bile varmış;

tek basıma ben bir hicim, 
solumdakiyle olurum bicim, 
toplama cıkarmaya karısmam; 
carpma bolmede ben en picim..







Jess Walter'ın Sıfır (the zero) isimli kitabı..
Kitabın arka kapak yazısı;

sıfır: 1. ondalık sayı sisteminde, kendisinin hiçbir değeri olmadığı halde solundaki sayıyı on defa büyüten sayının adı ve işareti. 
2. hiçbir değer ifade etmeyen şey.

sıfır, kendi hayatını yaşamayı kabullenemeyen bir adamın öyküsü. bildiğimiz dünyanın sonu. tüm korkuların ve umutların toplamı. çarkların arasına sıkışanların mottosu. uykuyu hayata tercih edenlerin, etrafta dönen dolaplara aldırmayanların, bildiklerini hatırlamayı beceremeyenlerin, aldatırken aldananların ve sürekli aldatılanların, ekran karşısında uyuşarak teselli bulanların, çelişkilerle yaşayanların, sorgulamadan olan bitene alışanların hikayesi sıfır.

bu, sizin hayatınız. 

televizyonunuzu kapatmayi unutmayiniz!




penceredeki kedi tenceredeki eti yedii...

$
0
0

Evet başlayalım hadi..

7

Akla ilk gelenler; Dünyanın yedi harikası!!

Tamemen insanoğlu tarafından inşaa edilmiş olağanüstü yapılar bu yedi harikalar..neler peki?

1-Keops Piramidi
2-Babil'in asma bahçeleri
3-Artemis Tapınağı
4-Zeus Tapınağı
5-Rodos Heykeli
6-İskenderiye Feneri
7-Kral Mausollos'un mezarı



bunlar eski harikalar..Yeniler de 2007 de Lizbon'da ilan edilmiş..

1-Ürdün'deki Petra antik kenti
2-Çin Setti
3-Brezilya'daki Kurtarıcı İsa heykeli
4-Peru'daki Machu Picchu Antik Kenti
5-Meksika'daki  Chichen Itza piramidi
6-İtalya'nın Roma kentindeki Kolezyum
7-Hindistan'daki Tac Mahal anıtmezarı

imiş...




Sonra tabi benim yıllar geçse de unutmayacağım se7en var..! Yedi'de başrollerde Brad Pitt ve Morgan Freeman var..Ama Gwyneth Paltrow ve Kevin Spacey'de var..Film 1995 yılında David Fincher tarafından yönetilmiş gri-karanlık bir filmdir..Sürekli yağmur vardır fonda..Öyle sıkıntı verir..Yedi ölümcül günahı işleyenleri acımasızca öldüren bir seri katil ve onu yakalamaya çalışan iki dedektif ana karakterlerdir..Belki seri katili görmeyiz ama işledikleri cinayetler ile onu tüm iliklerimizde hissederiz..

İzlediğim en başarılı ve en rahatsız edici polisiye\Gerilim filmlerinden SE7EN...Çok çok başarılı!!




e ozman madem yedi ölümcül günahı da yazalım neme lazım??



Günahların Latince adlarının ilk harflerinden oluşan SALIGIAYedi Ölümcül Günah 'ın diğer adıdır. Zaman içerisinde yedi günahtan her biri bir şeytanî varlıkla ilişkilendirilmiştir.


  1. SuperbiaKibir, kendini beğenmişlik (Lucifer'e atfedilmiştir)
  2. AvaritiaAçgözlülük (Mammon'a atfedilmiştir)
  3. LuxuriaŞehvet düşkünlüğü (Asmodeus'a atfedilmiştir)
  4. InvidiaKıskançlık, hasetlik (Leviathan'a atfedilmiştir)
  5. GulaOburluk (Beelzebub'a atfedilmiştir)
  6. IraÖfke, yıkıcılık, gazap etmek (Behemoth'a atfedilmiştir)
  7. AcediaTembellik, miskinlik (Belphegor'a atfedilmiştir)                                           (KAYNAK: VİKİPEDIA) 



7 azot'un element numarasıymış..Renksiz kokusuz tatsız bir gazmış azot.Dünya atmosferinin %78'inde Azot yer alırmış..Yani sanırım hayati! Ayrıca paslanmaz çelik üretiminde,canlı dokuların ve üreme hücrelerinin (sperm-yumurta) dondurularak korunmasında,bilgisayarların soğutma sistemlerinde soğutucu olarak,ermotoloji de güzel görünmeyen siğil ve cilt yaralarının alınmasında bi de otomobil ve uçak tekerlerinin dolumunda falan bir sürü yerde kullanılırmış azot..1772 yılında Daniel Rutherfort tarafından keşfedilmiş.




Sonra ne var..Pamık prenses ve yedi cüce varrr...





Mercan Dede'nin Pamuk Prenses ve 7 cüceler, Ali Baba ve 40 haramilere karşı diye bir parçası da var..




Haftada kaç gün var,
kaç nota var peki,
gökkuşağında kaç renk,
insanda kaç çakra,
Kainatın yaradılışında kaç safha vardır,
Hürmüz kaç kocalıdır,
İstanbul kaç tepe üstüne kurulmuştur,
Japonlarda en en en şanslı rakam peki,
my name is Bond,james bond..
Tibet'te buda sayısı,
Dünya'yı saymayalım kaç gezegen var?
Çok sevdiklerimin doğum günlerinde olan sayı?

bunnarın hepsiii




Yedi Uyurlar var..Roma imparatorluğu döneminde (dönemi ile ilgili de pek çok çeşit rivayet var efsanenin kendisinde   olduğu gibi) inançlarından vazgeçmek istemeyen yedi genci öldürmek ister Roma imparatoru..Bu yedi genç bir mağarada öldürülmek istenir ancak ölmezler yüzyıllar boyunca uyurlar..Başlarında bekleyen köpeğin ismi de Kıtmir'dir..Benim üniversitede okurken bir kedim vardı..Bembeyaz bir van kedisiydi..İsmi de Kıtmir'di..

Yediemin diye bişi var..Hep duyardım ama ne olduğunu pek bilmemişim demek ki..Hukuki olarak hiçbir tarafa ait olmayan malın sorumluluğunu geçici olarak alan kişi imiş..



Pis Yedili var iskambil oyunu..

Cem Akaş zamanında trt2 de Okudukça programını da sunan bir yazar..Bir çok kitap çevirisi yapmış ve birden fazla sayıda kitap yazmış Akaş..Ama benim bahsedeceğim kitabının adı evet evet,


Roman ilk kez 1992 senesinde 6.45 tarafından yayımlanmış..Bir kült roman şeklinde tanımlanıyor her yerde Cem Akaş'ın 7 isimli kitabı..Roman İstanbul'da bir gizli dinsel örgütün içindeki olayları konu almış..İki sevgili var ve sevgililerin güç savaşından bahsedilmekte..Kitap ikibinoniki yılında tekrar basılmış ve 1 den 1000'e kadar el ile numaralandırılmış ve yazar tarafından tamamı imzalanmış..Kapak baskıları da el ile yapılmış..Şimdi baktım da büyük kitap sitelerinde kitabın satışı var.


Ha bu ışıklı dünya oldi bize karanlık oy güzel..! Güneşe çevirelum bu karanlık günleri oy güzel!! MARSİSSSSS...

mizansen bile olsa güzel..

$
0
0

Susan Boyle..Sesini dinlediğimiz ilk şarkı;





Ve 4.albümünden Somewhere over the rainbow...




Paul Potts yine aynı yarışmada duyulmuştu..





JEHAN BARBUR - NAR TANELERİ (nar filmi jenerik şarkısı)

Şaşırtmaca!!

$
0
0

İki İki buçuk sene önce keşfetmiştim bu adamları..O zaman da bilgisayarın karşısında zevkten dudaklarım titremişti :)) Şimdi bidaaaaaaa...





Bir kişi dünyayı nasıl değiştirir?

$
0
0

Sevgili Dilara'nın paylaştığı bir video..İzleyince çok etkilendim..Siz de izleyin istedim..Neden mümkün olmasın?


benim kendimle ufak bir sorunum var!

böyle bir çok şeyden bahsettiğim yazılara başlık bulmak oldukça güç..

$
0
0
Çamur ile başlayalım mı? YARA ozman..




Selamlar,çok oldu neler yaptığımı yazmayalı..Koşturmaca mı dersin,yorgunluk mu yoksa tembellik mi bilmem..Bence hepsi..Kar kış..Şirinella'nın okul hengamesi felan filan geçip gidiyor günler işte..
Şimdi Birsen Tezer dinliyorum..İkinci Cihan albümü yoldaymış..Lansmanını 17 Ocak'ta Ghetto'da yapacakmış..İlkinden bu şarkı sakınleştiriyor beni..Bak;




Kemal Tahir sanırım benim de en en en beğendiğim türk romancı..Onun romanlarını okurken var olduğum mekandan tamamen sıyrılıp romana giriyorum.Gazeteci Murat'a büyük  bir hayranlık duyuyor,Nermin'in donuk güzelliğini uzaktan beğeniyor hak vermesem de anlayabiliyorum..Ayşe'nin vefasızlığına şaşırıyor,Selim için gözyaşı döküyorum..Faytoncu Osman'a diş biliyor Kamil bey'e hayranlıkla karışık öfke duyuyorum..Ama hemen geçiyor öfkem o'na..Sağlamlığı fazla geliyor bazen bana..Her bir karakterden ekilenir mi insan? Ben etkilendim işte..Üç ayrı cilt..Esir Şehrin İnsanları-Esir Şehrin Mahpusu-Yol Ayrımı..1.338 sayfalık bu üç şaheseri okurken  İstanbul kuşatmasında insanların halet-i ruhiyelerini,mütareke devam ederken Anadolu ve İstanbul'da yaşayan "halkın" ve "aydının" hangi yolları seçtiğini ya da seçmediğini sonra kuşatma altında devletin mapushanesinde ne oyunlar döndüğünü,insanın doğru olanı yaparken neleri feda edebileceğini ardında kalanların seçimlerini anlayamaya çalışmayı,Kuvayi milliye'nin nelere rağmen yoluna devam ettiğini,insanların çıkarları söz konusu olduğunda nasıl da satan bir yaratık olduğunu,aslında hepimizin nasıl da korkaklıklarla yaşadığımızı ve aslında ne kadar cesur kadınlar olduğumuzu görüyorsun..Bunların hepsini ve çok çok fazlasını Kemal Tahir'den okumak hayatta aldığım en büyük zevklerden biri..Ne mutlu ki bu yazarlarla aynı topraklarda doğmuşum ve fakat ne yazık ki onların kıymetini bilememiş bırak kıymet bilmeyi seneler boyunca ömürlerini kısaltacak eziyetlerle belki de bizleri daha ne kadar zevkle okunabilecek eserlerden mahrum bırakmış o toprakların üzerinde yaşayan insan müsvetteleriyle aynı topraklarda öleceğiz..

Velhasıl kelam okumak lazım..Okumadan anlayabilmek çok zor..Okumadan iyi insan olmak zor..

Kitaplardan sonra filmler var tabe izlediğim;






En gerçekçi filmlerden..Kevin Spacey için bir kaç defa,filmin kurgusu için ayrıyeten bir kaç defa izlenir ki ben iki gün üstüste izledim..Amerikan aile yapısını demiş herkeşler ama bizim de pek bir farkımız kalmadı kodumun amerikalısından zaten..Sisteme sövüp sayıyorum yıllardır..Çalışıyoruz ömrümüzü yiyoruz para kazanmak için güzel kanepeler iyi dolaplar almak için..Sonra giriyoruz içine huzurlu muyuz peki hayatı istediğimiz gibi sapsade yaşayabildiğimiz için? Hani derler ya insan ölümün  farkında olsa bir güne kalmaz delirir diye..Acaba biz de farkettiğimiz gün hani ömrümüzden yediğimizi bir an bırakıp herşeyi vazgeçer miydik? Sisteme,sistemin dayatmasına o kadar küfürler edip şikayetleniyoruz ya hani..valla bişi diyim mi kendi düşen ağlamaz!!

O naylon torbaya takılıp kaldım dakikalarca izleyen herkes gibi..İşte biz oyuz dedin di mi sende? Gözlerin doldu mu peki amaçsızlıktan?




" kar yağışına dakikalar kalan günlerden biriydi. hava elektrik yüklüydü. neredeyse duyabiliyordun. ve bu torba oradaydı. benimle dans ediyordu. tıpkı oynamam için yalvaran küçük bir çocuk gibi. işte o gün fark ettim. her şeyin ardında hayat vardı. ve iyilik dolu, inanılmaz bir güç. korkmak için hiç bir neden olmadığına inanmamı istiyordu. video zavallı bir bahane, biliyorum. ama hatırlamama yardım ediyor. hatırlamaya ihtiyacım var. bazen öyle çok güzellik var ki dünyada.
dayanamayacağımı hissediyorum. ve kalbim içine kapanacak. "

ve filmin son repliği ki ilk üçe girer gibi;

"Sanırım başıma gelen şey için fena halde kızabilirdim,ama dünyada bunca güzellik varken kızgın kalmak oldukça zor.Bazen hepsini bir anda görüyormuşum gibi geliyor ve bu çok fazla.Kalbim,patlamaya hazır bir balon gibi doluyor,sonra sakinleşmeyi hatırlıyorum,tutunmaya çalışmaktan vazgeçmeyi..O zaman yağmur gibi üstümden akıp geçiyor..Ve sonsuz bir minnet duyuyorum küçük,aptal hayatımın her bir anı için..Eminim neden bahsettiğim hakkında hiç bir fikriniz yok.Ama merak etmeyin,bir gün anlayacaksınız! "

Ya bu filmle ilgili çok şey yazılır tabi..Sayfalarca..Ya da bu kadar işte..

Bahsedeceğim diğer film de when harry met sally..Romantik komedi ben seviyorum..Ama böyle yılış yılış olmamış artık aynı konuyu işleye işleye bokunu çıkarmamış olanları..Bu film onlardan biri..Çıkarmamışlardan yani..Hatta sanırım bir sürü senaryoya ilham kaynağı olmuş..en sevdiğim filmlerden idi..bir daha oldu..Suratında kocaman bir gülümseme belirsin istiyorsan,bazen kahkahalarla gülüp bazen gözlerin dolsun istiyorsan meg ryan'ın estetiksiz saf güzelliğini merak ediyorsan,bir kadının sahte orgazmı nasıl olur ki diyorsan ve şahane şahane şarkılar dinlemek istiyorsan ve bunların hepsini 90 dakka içinde yapmak istiyorsan izleee..

işte filmden bir şarkı..Ella F. ve Louis Armstrong..New york'a varış müziği bu filmde..
Dinle dinle neşe dol!! O kadar bence...!




Bir de Sinister isimli Ethan Hawk filmi izledim..Hımmm zaman geçirmek istiyorsan izle ama ben vasat buldum..Gerildim evet ama zevk almadım..Eminim çok daha zevkle izlenecek psikolojik gerilim-korku filmleri vardır..Yine de al sana ;





Daha çok şey yazacaktım aslında,epey birikti demiştim ya..Ama 

Şirinella beta oldu..:( Kızımla ilgilenmeliyim..

Görüşürüz dostum!..

Şirinella sokak kedilerini beslerken..

$
0
0
Şirinella dün markette kedi maması alıp sokakta aç olan kedileri beslemek istedi..Kendiliğinden..ne facebook'u var ne de internette yayınlanan hayvan dostlarının etkinliklerini takip ediyor..Haberleri falan da izletmiyoruz ruh sağlığı için..Yani insanın içinden gelen bir yardımseverlikle doğmuş o hayvanlara karşı..Bu konuda onun adına tevazu gösteremeyeceğim..Markette olan tek markayı aldık Gökçe'den biliyorum whiskas markanın kediler için yeterince iyi kedi maması üretmediğini ama elimizdeki imkanlar bu ölçüde idi..Bir daha ki sefere kuru mama alacağız..Şirine sıkı sıkı tembih etti..







Bakar mısın mutluluğa?..Benden daha iyi bir insan olacak kuzu..Ne mutlu..

Sabah evden çıktığımızda mamanın yerinde yeller esiyordu.."Ayy kıyamam yaaa nasın açlarmış bak anne" dedi..Ben de ona kıyamam hiç kıyamammm :)


hımmmm belli belli :)

Kevin hakkında ne desek boş!

$
0
0





Dün gece tesadüfen Festival kanalında bir film izledim..We need to talk about Kevin..
Film 2011 yapımı bir sürü bafta adaylığı var ve yine bir sürü festivalden ödülleri..Mesela Londra film festivalinden en iyi film ödülü ile dönmüş..
Film bir kitap uyarlaması..Lionel Shriver'ın nobel ödülü almış romanından uyarlanmış..Lynne Ramsey yönetmiş filmi..imdb puanı 7.5
Tilda Swinton filmde harikalar yaratıyor..Bunu yazmayı unuturum sonra çok kızarım kendime..Kadın olağanüstü bir performans sergilemiş..Nasıl uzak nasıl sorunlu nasıl aldatılmış ve haksızlığa uğramış..
Filmin ilk yarım saati epey hareketli..Hareketliden kastım film flashback'lerle ilerliyor sürekli özellikle ilk yarım saat kırk beş dakika.Kırmızının hakim olduğu ve bir kadının dönüşümünü izlediğin sahneler iç bunaltıcı..Ama film o kadar iyi ki "yeter daraldım ben" demiyorsun..Aksine içine çektikçe çekiyor film..Arada "ya ne olacaksa olsun " diyecek kıvama gelsen de Kevin'ın ne kadar kötü olabileceğini merak etmeden duramıyorsun.
Filmi izlerken evlat sahibi insanlar olarak "ya benim böyle kötü yürekle doğan bir çocuğum olsaydı" diye geçiriyor insan kafasından ister istemez..Hani anne olmanın kötü yürekli hatta çok daha doğrusu psikopat bir çocuğa karşı dayanma sınırı nedir? Anne olmak demek yapılan kötülükler karşısında nereye kadar korumanı gerektirir çocuğunu?Ya o kötülük planlanarak yapılan bir katliam olsa ve kendi canından kanından iki insanı da alıp götürse senden anne olmak evladını affedebilmene yeter mi? Onu görebilmek pahasına eskiden yaşadığın mahalleden ayrılmamak,insanların her türlü hakaretine hatta kaba kuvvete maruz kalmak..

Birden bire daldım filmin içine farkındayım ama çok etkiledi film beni..Açılış sahnesinde domates festivali'nde mutluluktan kendinden geçmiş bir kadın var..Eva o zamanlar özgür ve mutlu..Dünyada gezmediği yer kalmamış bir kadın..Öyle ki bir gün gezdiği yerlerin haritalarından kendine duvar kağıdı yapıyor ama artık Kevin var hayatında..Bebekken ağladığında saatlerce uğraşsa da susturamadığı,3 yaşında anne dedirtemediği,8 yaşında hala altını bezlediği ve sırf inat olsun diye suratına baka baka altına dolduran küçük bir psikopat onun oğlu..Ve eva o küçük psikopatın yıllar içinde büyük bir psikopata dönüşümünü izliyor..Elinden başka hiç bir şey gelmiyor çünkü..Fakat anne ile oğulun yaşadıkları öyle büyük bir tezat da oluşturuyor ki  aynı zamanda mesela  Kevin her kötülükten sonra annesine ima dolu bakışlar atıyor ve aslında birbirimize ne kadar benziyoruz demekten vazgeçmiyor..
Anneye olan düşkünlüğü ve annenin çocukta "sorun"olduğunu bile bile herhangi klinik bir önlem almaması ve en son sahnede çocuğuyla hala birbirlerine sarılma çabaları ilişki de sorunun aslında her iki tarafta olduğunu gösterir gibi idi..

Herkese tavsiye edebileceğim çok etkileyici bir film ama yüreği kaldırmayan izlemesin de diyorum..



Ayrıca filmde bu şarkıyı duymak ne şaşırtıcı di mi?


Kısa bir romantik komedi çözümlemesi ve Umut Işığım!

$
0
0

Umut Işığım - Silver Linings Playbook

Bi kere film romantik komedi değil..Dramatik romantik bence..Güldüğüm pek çok kare oldu ama komedi filmi gibi eğlendirme amacı gütmemiş ..Dağınık, sorunlu, şimdilerin bipolar bozukluk olarak tanımladığı manik depresif kişilerin baş karakter olduğu "sakat" bir romantiklik silsilesi..

Hani romantik komedi karakterleri sarsaklardır,karikatürize tiplerdir,sakardırlar ki ben onları da çok severim çünkü aslında sıradandırlar..(Bazıları inanılmaz güzel oluyor o ayrı) Sıkıcı olanlar genelde terkedenler olur soğuk ama çok güzeller olur para sevenler olur ve unutulmazlar yahut asla unutulmayacak sanılırlar...Ve fakat çokk geçmişten çıkagelen ya da birdenbire beklenmedik şekilde ortaya çıkan "yeni" kişi ona her şeyi unutturur..O sarsak,unutkan,sorumsuz ama gerçek tip filmin başrol kahramanıdır..Herkes bilir onlar birbirlerine aşık olacaklardır ve mutlu yaşayacaklardır ömürlerinin sonuna kadar ama ilk başta bir sürü terslik,uyumsuzluk peşlerini bırakmaz..Yakınlaşmalarından hemen sonra mutlaka onları deneyecek bir takım olaylar çıkar karşılarına..O ciddi ama fevkaladenin fevkinde güzel ya da yakışıklı zengin eski sevgili-karı-koca neyse işte o geri döner mesela..Ya da çok tatlı bir ilişki yakaladıklarını zanneden iki ana karakterden biri sorumsuzluğundan korkar diğerinin ya da çok sevmekten.bişilerden korkar,bişiler engel olarak çıkar işte..Ama onlar her şeyin üstesinden gelir ve birbirlerinin gözlerinin içine bakarak o an gerçekten birer sevgili gibi öperler birbirlerini..Kamera etraflarında döner onlar öpüşür ve sen suratında sevecen bir sırıtışla konuya bağlı olarak belki hafif nemlenmiş gözlerle ya da ağlamaktan şişmiş gözlerle onları izlemektesindir..

Velhasıl romantik komedi iyidir hoştur..Güzel saatler geçirmeni sağlar ve bende böyle şeyler yaşıyorum-yaşayacağım dersin umut dolar içine..İyimser bir tipsen eğer! Kötümsersen sana pek iyi gelmez bu türler..Yatağa gömülüp günlerce çıkmak istemezsin..Nerde hani nerdeee?? soruları hep cevapsız kalır ama neyse ki biz kötümser değiliz di mi? :)

Gelelim umut ışığı'ma! Film bu anlattıklarım sebebiyle romantik komedi değil..Bi kere ana karakterler psikolojik olarak ciddi problemler yaşıyorlar ve çevrede yaşayan insanları korkutacak cinsten problemler bunlar..Ayrıca filmdeki tüm karakterler de bir takım sıkıntılar içindeler..Baba karakteri mesela takıntılı, kafayı iddia ile bozmuş bir tip,anne sürekli kötü bir şey olacak ve biz altında ezileceğiz hezeyanı yaşayan bir kadın ki uzak bir olasılık değil korktuğu şey ,yakın arkadaş evliliğinde boğulan mutsuz ama sırf düzeni bozmamak için katlanan bir karakter (hani baksan hayat içersinde bu tip normal görünüyor ama evliliğini kurtarmak yerine garaja gidip metal müzik dinleyip orayı burayı tırmalıyor fakat normal olmayan Pat ona diyor ki, garajda metal dinleyerek evliliğini kurtaramazsın) ,abi ailenin altın çocuğu falan filan..Hepsi arıza tipler..Ama görünürde depresif olmadıkları ve hayatın sıradanlığı içinde sırıtmadıkları için "normal" sayılıyorlar toplum tarafından..Pat ve Tiffany öyle değil ama..Onlar bildiğin "anormal" ve dışlanmışlar..Başlarından geçen travmatik olayları kaldıramamış (çünkü "normalden" daha hassaslar) bildiğin tedavi aşamasına gelmişler..O hassasiyeti şöyle anlatabilirim mesela; Hemingway'in kitabı mutsuz sonla bittiğinde kaldıramıyor bunu Pat..Gecenin 3'ünde anne babasının yatak odasına girip bas bas bağırıyor nasıl mutsuz sonla biter diye..Hırsını alamayıp kitabı cama fırlatıp atıyor..Kırılan cam gürültüsü gecenin üçünde!! Tiffany yaşadığı travmatik olaydan sonra iş yerinde kim varsa onunla birlikte oluyor,eve gelip anne babasından tiffany ile malum sebep yüzünden görüşmeye çalışan yabancı tipler..!

İşte bu iki klinik vaka birbirlerinin yaralarını sarıyorlar filmde..Tiffany Pat'e yardım ediyormuş gibi geliyor ancak en az Pat kadar Tiffany'de besleniyor bu "ortaklıktan". Tiffany duygularından daha emin bir tip,duygularının onu yönlendirmesine izin veriyor..Pat saplanıp kalmış başına gelen olaylara..Karısının yaptıklarını yok sayıp tek amacı olarak evliliğini kurtarmayı görüyor..Karısının okulda öğrencilerine okuttuğu kitapları edinip saatlerce o kitapları okuyor mesela..O kilolarını sevmediği için deli gibi kilo veriyor ve kullanması gereken ilaçları içmeyi reddediyor onu şişirdiği için..Ne yapıyorsa tek amacı karısının ona dönmesini sağlamak için yapıyor..

Filmin oscar'a adaylıkları var..Hani bazı filmleri izlersin ve film oscar almalı dersin bence bu film oscar filmi değil ama ben çok sevdiğimi söylemeliyim..Çok eğlenceli bir dans yarışması sahnesi var..Baba rolündeki Robert de Niro çok çok iyi..Yani onun rol kesmesini burda çok çok iyi diyerek yüceltmek bile bana ayıp geliyor ama başka nasıl ifade edebilirim bilmiyorum onun oyunculuğunu..Bradley Cooper'ı oldum bittim beğenirim ve bu filmde arıza kişide olağanüstü..Tamamm tamamm Jennifer Lawrence çok güzel ve şahane olmuş :)) Bence Chris Tucker'da  bir sürü leziz midyenin ardından gelen son cabası midyeler gibi..Tadına doyulmuyor..

Filmin yönetmeni; David O.Russell

Ve fragman;





Daa napim??

Bence izleyin..





Bir Alman filmi ; BARBARA

$
0
0




1980'ler Doğu Almanya'sında yaşayan ve orda yaşamaktan mutsuz bir kadının dramı "Barbara".
Şehirdeki bir hastaneden taşraya sürülen ve mesleği doktorluk olan  Barbara Doğu Almanya'dan dönmemek üzere ayrılmak istemektedir..Zira taşrada zor bir hayat yaşamaktadır..Elverişsiz yaşam şartlarına bir de polis tarafından sürekli göz hapsi ve insanlık dışı aramalar eklenince Barbara'nın tek şansı ona yardım etmeye çalışan sevgilisi olmuştur.Batı'da yaşayan sevgilisiyle kaçak göçek buluşurlar  ve onun hazırladığı plan sayesinde istediğine kavuşmayı ummaktadır...Ancak Barbara taşrada görev yaptığı hastanede ona en başından beri ilgi gösteren doktor Andre ile yakınlaşmaya başlar..Yakınlaşmaktan kastım Barbara'nın doktor Andre ile konuşmasıdır nerdeyse daha fazlası değil zira Batı Almanya'ya gitme hedefi Barbara'da öyle bir saplantı haline gelmiştir ki tüm duygularını silip atmıştır..Doğu'da yaşamaya çalışan Barbara sadece Andre ve hastaneye yatan  ve yetimhanede yaşayan küçük bir kız çocuğuna kaya gibi sert olamamamıştır..Bu yumuşama Barbara'nın hayatında bir dönüm noktası olacaktır..

Ben keyifle izledim..O sahildeki tan vaktinde Barbara'nın yarı karanlık güzelliği ise çok etkileyiciydi..

Film 2012 yapımı ve Christian Petzold tarafından yönetilmiş..Yönetmen 2012 Berlin film festivalinde en iyi yönetmen dalında gümüş ayı kazanmış..Başrollerinde Nina Hoss ve Ronald Zehrfeld var..

Filmin bir sahnesinde Barbara şu parçayı piyanoda icra eder ve pek hüzünlüdür;


"Neden bu kelimeler bana hep sıkıcı ve soğuk geliyor? Acaba senin adın olabilecek kadar zarif bir kelime olmadığı için mi?"

$
0
0


ÖLÜLER - JAMES JOYCE (son bölüm)

Arabacı, atları kırbaçladı ve fayton kahkahalar ve vedalaşmalar arasında şakırdayarak yola çıktı. 
Gabriel, diğerleriyle birlikte kapıya gitmemişti, salonun karanlık bir köşesinde durmuş merdivenlere bakıyordu. Karanlıkta, en üst basamağın, hemen altında bir kadın duruyordu, kadının yüzünü göremiyordu, eteğinin yavru ağzı rengi ışık oyunlarıyla siyah-beyaz olmuştu, bu kendi karısıydı, korkuluklara dayanmış, bir şeyi dinliyordu. Gabriel, kadının sükunetine şaşırdı ve o da dinlemeye çalıştı fakat ön kapıdan gelen kahkahalar ve tartışmalardan çok az şey duyabiliyordu birkaç piyano akordu ve şarkı söyleyen bir erkeğin sesini duyabildi.
Gabriel hala salonun karanlığında duruyor ve karısına bakarak şarkıyı tanımaya çalışıyordu, kadın sanki bir şeyin sembolüymüş gibi gizemli bir hava içindeydi, böyle karanlıkta uzaktaki bir şarkıyı dinleyen bir kadının neyin sembolü olabileceğini kendine sordu, bir ressam olsaydı onu o şekilde resmederdi, karanlıkta mavi şapkası saçlarının bronzluğunu ve eteğinin parlak kısımlarını daha da ortaya çıkartmıştı. Eğer bir ressam olsaydı buna 'Uzaktan Gelen Müzik'ismini verirdi.
Dış kapı kapandı ve Kate hala Julia hala ve Mary Jane içeri girdiler, hala gülüyorlardı. 
Ayy, Freddy korkunç öyle değil mi? Gerçekten korkunç!”
Gabriel bir şey söylemedi fakat karısının durduğu yeri merdivenleri gösterdi, şimdi kapı kapalı olduğundan piyano ve adamın sesi daha net duyulabiliyordu. Gabriel elini kaldırarak onlara susmalarını işaret etti, şarkı eski bir İrlanda havasına benziyordu, şarkıcı ise sesine pek güvenemediği gibi sözlerden de emin değil gibiydi. 
ah, yağmur saçlarımı, yüzümü ıslatıyor..ve bebeğim soğukta yatıyor…”
Mary Jane “A, bu Bartel D’Arcy, bütün gece şarkı söylememişti, gitmeden şarkı söylemesini isteyeyim
Kate hala öyle yapmasını söyledi.
Mary Jane hızla ötekilerin önüne geçip, merdivenlere koştu fakat daha tepeye çıkmadan şarkı sustu ve piyanonun kapağı kapandı.
Ah çok yazık, aşağı mı geliyor Gretta?”Gabriel karısının evet diye cevap verdiğini ve aşağı geldiğini gördü, birkaç basamak arkadan da bay Bartell D’Arcy ve bayan O’Callaghan iniyordu.
Mary Jane “
A, bay D’Arcy, hepimiz sizi dinlemek için can atarken böyle yapılır mı?”Bayan O’Callaghan “Ben bütün gece onun yanındaydım, bayan Conroy da öyle…bana çok kötü soğuk aldığını ve şarkı söyleyemeyeceğini söyledi”Kate hala “O bay D’Arcy  kocaman bir yalan!” dedi
Bay D’Arcy kaba bir tavırla “sesim karga gibi görmüyor musunuz?” diye yanıtladı.
Ve aceleyle vestiyere gidip paltosunu giydi, onun bu kabalığından bozulan diğerleri söyleyecek bir şey bulamadılar, Kate hala diğerlerine konuyu kapatmalarını belirten kaşgöz işaretleri yaptı, bay D’Arcy dikkatle boynunu bağladı ve kaşlarını kaldırdı..
Bir an sessizlekten sonra Julia Hala “Havadan” dedi.
Kate hala da hemen “evet herkes grip olmuş” dedi
Mary Jane “
bu sabah gazetede okudum diyorlar ki son otuz yıldan beri bu kadar şiddetli kar yağmamış, tüm İrlanda kar altındaymış”Julia hala “ben karı seyretmeyi çok severim” dedi
Bayan O’Callagan da “ben de. Yerde kar olmazsa, o Yılbaşı tam anlamıyla yılbaşı olmaz” dedi
Kate hala gülümseyerek “Ama zavallı bay D’Arcy karı pek sevmiyor” dedi
Bay D’Arcy vestiyerden geldi, boğazına kadar iliklerini iliklemişti, pişman olmuş bir ses tonuyla, nasıl soğuk aldığını anlattı, herkes üzüldü ve adama bir şeyler tavsiye etti, ve geceleyin boğazına çok dikkat etmesini söyledi, Gabriel konuşmalara katılmayan karısına baktı, tam abajurun altında duruyordu ve gaz lambasının aleviyle birkaç gün önce şöminenin önünde kuruturken gördüğü saçları altın gibi parlıyordu, kadın hala aynı ruh halindeydi ve etrafındakilerden habersiz görünüyordu, sonunda Gabriel’e doğru döndü ve Gabriel kadının yanaklarının kızardığını ve gözlerinin parladığını gördü. Kalbine bir neşe dalgası yayıldı.
Karısı “Bay Darcy söylediğiniz şarkının adı neydi?” diye sordu
Adam “ Aughrim’li Kız, denen bir şarkı, ama sözleri tam hatırlayamıyorum neden yoksa biliyor musunuz?”
“Aughrim’li Kız…aklıma gelmemişti...
Mary Jane “çok hoş bir şarkı, bu gece havanızda olmamanıza çok üzüldüm
Kate hala “şimdi Mary jane bay D’Arcy’nin canını sıkmayalım, onun kızmasını istemem” dedi.
Herkesin hazır olduğunu gören kadın, onları kapıya geçirdi, herkes birbirine iyi geceler diledi.
İyi geceler
İyi geceler
İyi geceler Kate hala ve çok teşekkürler iyi geceler Julia hala
A, iyi geceler Gretta seni görmedim
İyi geceler güle güle gidin
Ortalık hala aydınlanmamıştı, evlerin ve nehrin üstünde donuk, sarı bir ışık vardı ve gökyüzü sanki alçalıyordu, yerlerde karlar erimişti, sadece çatılarda, rıhtımın duvarlarında kar vardı, kasvetli havada kırmızı lambalar hala yanıyordu ve nehrin karşısında, Four Courts binası ağır gökyüzünün önünde bir inzibat gibi duruyordu.
Karısı Bay D’Arcy ile önünden yürüyordu, ayakkabılarını kahverengi bir kağıda sarmış, koltuğunun altına sıkıştırmıştı, ve çamur yüzünden elleriyle eteklerini kaldırmıştı, şimdi tavrında o zerafet yoktu ama Gabriel’in gözleri hala mutlulukla parlıyordu. Damarlarındaki kan vücuduna yayıldı ve gurur, şefkat, neşe gibi duygular beyninde isyan etmeye başladı.
Karısı önünden öyle hafif ve dik yürüyordu ki, sessizce arkadan ona yetişip omuzlarını tutmayı ve kulağına aptalca ama sevgi dolu bir şey söylemek için yanıp tututştu. O kadar narin gözüküyordu ki, onu korumayı ve onunla yalnız kalmayı arzuladı. Özel hayatları birden hafızasında canlandı, ebruli bir mektup zarfı, bir çay fincanının yanında duruyordu ve Gabriel eliyle mektubu okşuyordu, kuşlar sarmaşıkta cıvıldaşıyor, güneş ışığı perdeden döşemeye yansıyordu, mutluluktan yemek yiyemiyordu. Kalabalık platformda duruyorlardı ve adam kadının sıcak eldivenli avucunun içine bir bilet koyuyordu, hava çok soğuktu, pencereden baktı, adamın biri sıcak fırında şişe yapıyordu, kadının yüzü ona çok yaklaşmıştı ve birdenbire fırındaki adama seslendi:
“Ateş sıcak mı bayım?”
Fakat adam fırının gürültüsünden onu duyamadı, duymasa da olurdu, kaba bir cevap verebilirdi.
Yine yoğun bir sevgi dalgası kalbinden, damarlarına yayıldı. Birlikte geçirdikleri ve kimsenin bilmediği, bilemeyeceği ateşli dakikalar gibi, hafızasını aydınlattı. Karısına o anları hatırlatmak istedi, birlikte yaşadıkları sıkıcı yılları unutturmak ve sadece mutlu günleri anımsatmak istedi. Yıllar kendi ruhunu da, karısınınkini de tüketmemişti, çocukları, yazıları, ev işleri ruhlarındaki ateşi söndürmemişti. Bir mektubunda ona şöyle yazmıştı: 
“Böyle kelimeler bana neden soğuk ve manasız geliyor? Senin ismin kadar sevgi dolu başka bir sözcük olamayacağı için mi?”Uzaktaki müzik gibi yıllar önce yazdığı bu sözler geçmişten geri gelmişti, onunla yalnız kalmak istedi, otele gidince yalnız kalabileceklerdi, ona yavaşça seslenecekti:
Gretta!”Belki hemen duymayacaktı, soyunuyor olacağından..sonra sesindeki bir şey onun dikkatini çekecekti, dönecek ve kocasına bakacaktı.
Winetavern Caddesinde bir faytona rastladılar, faytonun sesini duyduğuna sevindi, çünkü konuşmaktan kurtulmuştu. Kadın pencereden bakıyordu ve yorgun gözüküyordu. Diğerleri bazı caddeleri veya binaları göstererek, sadece birkaç kelime konuştular. Yorgun at karanlık sabahta dörnala gitmeye başladı, Gabriel yine onunla faytondaydı, gemiye yetişmek için, balayına gitmek için dörtnala gitmişlerdi, fayton  O’Connel Köprüsünü geçerken bayan O’Callaghan 
Bu köprüyü beyaz bir ata rastlamadan geçmek mümkün değilmiş derler” dedi.
Gabriel “ Ben şu anda beyaz bir adam görüyorum” dedi.
Bay D’Arçyi “nerde?” diye sordu.
Gabriel üzeri karlarla kaplı heykeli gösterdi. Sonra tanıdık biriymiş gibi heykele el salladı. Ve “İyi geceler Dan” dedi.
Fayton otelinin önüne gelince, Bay D’Arcy’nin itirazlarına rağmen Gabriel aşağı atladı ve faytoncuya ücreti verdi, adam selam verdi ve 
“ Mutlu yıllar beyim” dedi.
sana da”Karısı faytondan inerken bir an kocasının koluna yaslandı, kaldırımda durup diğerlerine iyi geceler dilediler, kadın hafifçe onun koluna yaslanıyordu, birkaç saat önce dans ettiklerindeki kadar hafifti, adam o zaman gururlu ve mutlu hissetmişti, çünkü kadın onundu, onun zerafetinden gurur duymuştu, fakat şimdi bu kadar hatırıdan sonra, onun vücudunun ilk dokunuşu, musiki gibi, parfümlü, bir şehvet duygusu yarattı, kolunu kadının vücuduna bastırdı, ve otelin kapısında durdukları zaman hayatlarından, görevlerinden evden ve arkadaşlarından kaçıp, yeni bir macera yaşayacaklarmış gibi hissetti. 
Bir adam salona kocaman bir sandalye taşıyordu, odada bir lamba yaktı ve önlerinden merdivenlerden çıkmaya başladı. Onlar da sessizce adamı takip ettiler, ayakları kalın halıya yumuşakça gömülüyordu, karısı hamalın peşinden merdiveni çıktı, narin omuzları yorgunluktan bükülmüş, başı yana eğilmişti, Gabriel kollarını karısının belinden tutup, kucaklamak isteğiyle yanıyordu, tırnaklarını avucuna batırarak bu vahşi arzuya karşı koyuyordu, hamal lambayı koymak için durdu, onlar da durdular, Gabriel tepsiye düşen balmumu damlalarının sesini ve kendi kalp atışlarını duyabiliyordu.
Hamal onlara koridor boyunca eşlik etti ve bir kapıyı açtı, sonra lambayı tuvalet masasının üzerine koydu ve sabah saat kaçta uyandırılmak istediklerini sordu. 
Gabriel “Sekiz” dedi.
Hamal elektrik düğmesini gösterdi ve özür diledi. Gabriel onun lafını kısa kesti.
“Işık istemiyoruz, caddeden yeterince ışık geliyor, hem bu değerli lambayı da götürebilirsin” dedi. Hamal lambayı aldı ama bu fikir onu şaşırtmıştı, sonra iyi geceler dileyip, gitti. Gabriel kapıyı kilitledi.
Caddedeki sokak lambasından gelen ışık pencereden kapıya kadar yeri aydınlatıyordu, Gabriel paltosunu ve şapkasını çıkardı ve odanın karşısına geçti, duygularını biraz bastırmak için pencereden baktı, sonra döndü ve sırtı ışığa dönük olarak şifonyere yaslandı, karısı pelerinini ve şapkasını çıkartmış, büyük aynaya bakıyordu, Gabriel, bir an durdu, ona baktı ve sonra:
“Gretta” dedi.
Kadın yavaşa ona döndü ve ışık huzmesinde yürüyüp ona doğru geldi, yüzü öyle ciddi ve yorgun gözüküyordu ki, kelimeler Gabriel’in dudaklarına gelemedi. Hayır daha sırası değildi.
“Yorgun gözüküyorsun”
“Biraz”
“Hasta değilsin ya?”
”Yok, sadece yoruldum o kadar

Kadın pencereye gitti orada durdu ve dışarı baktı. Gabriel bekledi ve kendine güveninin kaybetmekten korkarak 
Sırası gelmişken Gretta” dedi
“Ne oldu?”
“Şu zavallı Malins’i biliyorsun”
“Evet ne olmuş ona?”
”Ona ödünç verdiğim altın lirayı geri verdi, beklemiyordum gerçekten. Yazık ki, şu Browne’dan uzak duramıyor, yoksa kötü bir adam değil”
Gabriel kızgınlıkla titriyordu, kadın neden bu kadar dalgın gözüküyordu? Nasıl lafa başlayacağını kestiremiyordu, onun canı da bir şeye sıkılmıştı? Kendisinden yana doğru dönse, bir aynı frekansı tuttursalardı. Ona bu haldeyken dokunmak kabalık olurdu. Hayır, önce, gözlerinde bir kıvılcım görmesi gerekiyordu, kadının bu tuhaf halini değiştirebilmeyi istiyordu.
Karısı bir anlık sessizlikten sonra
Parayı ona ne zaman vermiştin?” diye sordu.
“Geçen Noel’de, Henry caddesindeki şu küçük kartpostal dükkanını açtığında”Adam kızgınlık ve arzudan o kadar yanıyordu ki, kadının pencerenin yanından geldiğini fark etmedi, kadın onun önünde durdu ve adama tuhaf bir şekilde baktı, sonra parmak uçlarında yükseldi, ellerini kocasının omuzlarına dayadı ve onu öptü.
Çok cömert bir insansın Gabriel” dedi.
Gabriel bu beklenmedik öpücüğün ve hoş sözlerin verdiği mutluluktan titreyerek, ellerini kadının saçlarına koydu ve parmaklarıyla dokunarak, arkaya doğru taramaya başladı. Banyodan sonra saçları yumuşak ve parlakdı, Gabriel’in kalbi mutlulukla çoşuyordu, tam onunla aynı  frekansı tutturmayı arzuladığında, dileği yerine gelmişti, belki o da aynı şeyleri düşünüyordu, belki o da aynı şeyleri arzuluyordu, sonra kadın yine o durgun haline döndü, Gabriel neden bu kadar dalgın olduğunu merak etti.
Kadının başını ellerinin arasındaydı, sonra bir kolunu yavaşça vücuduna dolayarak, onu kendine çekti ve yumuşak bir ses tonuyla sordu:
Gretta ne düşünüyorsun?”Kadın cevap vermedi, kolunun dolanmasına da tam anlamıyla izin vermedi. Adam tekrar
Söyle Gretta, galiba sorunun ne olduğunu biliyorum, ne dersin?”Kadın yine cevap vermedi sonra gözyaşlarına boğuldu.“Şu şarkıyı düşünüyordum: Aughrim’li Kız”Kadın, onun kollarından kurtulup, kendini yatağa attı ve kollarıyla yüzünü sakladı, Gabriel şaşkındı, sonra onu takip etti, tuvalet masasının aynasının önünden geçerken, uzun boylu,giysisi tam oturmuş, kenarları yaldızlı parlayan gözlükleriyle kendi yansımasına baktı, aynadaki hali onu hep şaşırtırdı, kadının birkaç adım ötesinde durdu ve sordu:
Ne olmuş şarkıya? Seni ağlatacak nesi var?”Kadın başını ellerinin arasından kaldırdı ve bir çocuk gibi elinin tersiyle gözlerini sildi, adamın sesi çok daha nazik bir tona bürünü ve yine sordu
Neden Gretta?”
“Uzun yıllar önce bu şarkıyı söyleyen birini düşünüyordum”
Gabriel gülümseyerek “
Uzun zaman önceki bu kişi kimdi?”Büyükannemle Galway’de otururken tanıştığım biriydi
Gabriel’in yüzündeki gülümseme kayboldu, beyninin derinliklerine bir kızgınlık yerleşti ve şehvetinin sönmüş ateşi damarlarında kızgın kızgın akmaya başladı.
Alayla “ 
Aşık olduğun biri miydi?”Michael Furey adında genç bir oğlandı, bu şarkıyı, Aughrim’li Kız’ı söylerdi, çok hoş biriydi”Gabriel ses çıkarmadı, kadının bu hoş oğlanla ilgilendiğini söylemesini istemiyordu.
Kadın bir an sonra, “
Gözümün önüne geliyor, büyük, siyah gözleri vardı ve o gözlerindeki ifade!...”O halde ona aşıktın?”
“Onunla yürüyüşe çıkardık”
“Belki şu kızla o yüzden Galway’e gitmek istiyordun?”
Karısı ona şaşırarak baktı:
”Neden?”Gözlerindeki ifade Gabriel’i aptallaştırdı, omuzlarını silkti ve
“nereden bilebilirim? Belki onu görmek için” dedi.
Kadın gözlerini ondan kaçırarak pencereden gelen ışık huzmesine doğru sessizce baktı
“O öldü, 17 yaşındayken öldü, o yaşta ölmek ne kadar korkunç değil mi?” dedi.
Gabriel hala alayla
Ne iş yapıyordu?” diye sordu.
“Havagazı şirketinde çalışıyordu”Gabriel alaycılığı suya düştüğü ve ölmüş adamın hayali yüzünden kendini küçük düşmüş hissetti, kendisi özel, gizli yaşamlarının arzu ve mutluluk dolu hatıralarıyla doluyken, karısı onu bir başkasıyla mukayese ediyordu, içi utanç duygusuyla kaplandı, kendisini komik, iyi niyetli, kabasaba insanlara karşısında kendini beğenmiş, sinirli, duygusal, ve gülünç şehvetini idealleştiren, palyaço gibi komik bir adam gibi görüyordu. Kadının alnında yanan utancını görmesini için içgüdüsel olarak arkasını iyice ışığa verdi.
Konuşurken soğuk ses tonunu korumaya çalıştı ama ağzını açınca, mütevazi ve durgundu.
Sanırım bu Michael Furey’e aşıktın” dedi.
Gretta“ Harika zamanlardı” dedi.
Sesi üzgün ve esrarlıydı, Gabriel, şimdi onu düşündüğü noktaya getirmeye çalışmanın boşuna olacağını hissederek, kadının bir elini okşadı ve üzgün bir şekilde sordu:
Neden bu kadar genç yaşta öldü Gretta?”
“Galiba benim yüzümden öldü”
Bu cevap Gabriel’in  büyük bir korkuya kapılmasına yol açtı, sanki tam zafere ulaşacakken, görünmez ve intikam almak isteyen bir varlık, tüm gücüyle ona doğru geliyordu. Ama bir çabayla bu hissi kafasından attı ve kadının elini okşamaya devam etti, tekrar soru sormadı çünkü kadının anlatacağını hissetmişti, kadının eli sıcak ve nemliydi, okşayışına karşılık vermedi ama o yine de okşamaya devam etti, o bahar sabahı kadından gelen ilk mektubu okşadığı gibi..
Gretta anlatmaya başladı: “Kıştı, büyükannemin yanından ayrılıp, buraya manastıra gelecektim, o sırada o hastaydı ve dışarı çıkmasına izin verilmiyordu, ailesinin söylediğine göre bunalımdaydı, ya da öyle bir şey tam olarak bilmiyorum”Kadın bir an durdu ve içini çekti. 
 “
Zavallı şey, benden çok hoşlanıyordu ve çok nazik bir çocuktu, birlikte yürüyüşe çıkardık, biliyorsun Gabriel burada herkes böyle yapar, sağlığı için şarkı dersleri alıyordu, çok güzel bir sesi vardı, zavallı Michael Furey”
“ee sonra ne oldu?”
Sonra benim Galway’den ayrılma vaktim gelince daha kötüleşmiş, onu görmeme izin vermediler ben de bir mektup yazıp, Dublin’e gideceğimi ve yazın döneceğim, o zaman onu iyileşmiş görmeyi umduğumu söyledim”Bir an durdu ve sesini kontrol etti, sonra devam etti:
Yola çıkmadan önceki gece, Nun Adası’nda büyükannemin evindeydi, bavullarımı topluyordum, pencereme çakıl taşları atıldığını duydum, cam o kadar ıslaktı ki, kimseyi göremedim sonra aşağı indim, bahçeye çıktım, zavallı orada tirtir titriyordu”
“Ve sen ona geri dönmesini söylemedin ?”
”Derhal eve dönmesini, bu yağmurda soğuktan öleceğini söyledim, ama yaşamak istemediğini söyledi, gözleri hala gözümün önünde, duvarın ucunda, ağacın orada duruyordu.”
“Evine gitmedi mi?”
“Gitti, manastırdaki ilk haftamda öldüğü duydum, Oughterard’a gömmüşler, onun öldüğünü duyduğum gün….”
Kadın durdu ve gözyaşlarıyla sarsıldı, bu duygusal sarsıntı yüzünden kendini yüzükoyun yatağına attı ve suçlu suçlu ağladı, Gabriel onun elini biraz daha tuttu, sonra kadının yasına hürmet etmek için onu yalnız bıraktı ve pencerenin yanına gitti. Gretta derin bir uykuya dalmıştı.
Gabriel dirseğini dayanmış, kadının karmançorman saçlarına, aralık ağzına bakıyor, derin soluklarını dinliyordu, onun hayatında ne kadar önemsiz bir rol oynadığını düşünerek acı çekiyordu, demek hayatında bir aşk macerası yaşamıştı, bir erkek onun için ölmüştü, uyurken onu seyretti, sanki daha önce hiç karı-koca olmamışlar gibiydi..kuşkulu gözleri kadının yüzünde, saçlarındaydı..o zamanlar, daha gençkız güzelliğindeyken nasıl biriydi? Karısı için tuhaf, dostça bir acıma hissi duydu, kadının yüzünün artık güzel olmadığını kendisine bile söylemekten hoşlanmıyordu ama o yüz Michael Furey’in ölümüne neden olan yüz değildi..
Belki karısı hikayenin tamamını anlatmamıştı, gözleri elbiselerinin bir kısmını attığı sandalyeye ilişti, içetekliğinin danteli sarkıyordu, çizmesinin teki dik duruyordu, yarım saat önceki duygu sağanağını düşündü, nereden kaynaklanmıştı? Halasındaki akşam yemeğinden, kendi salak konuşmasından, şarap ve danslardan, salondaki neşeli iyi geceler dileklerinden, karlı nehir kıyısındaki hoş yürüyüşten mi? Zavallı Julia hala, o bile Patrick Morkan ve atının mezar taşının gölgesinde, bir gölge olacaktı..Düğün şarkısını söylerken, bir an yüzündeki çökmüş ifadeyi yakalamıştı, belki kısa süre sonra aynı salonda siyahlar giyerek, dizlerinin üzerinde siyah şapkasıyla oturacaktı, perdeler çekilecek, Kate hala ağlayarak yanında duracak, burnunu çeke çeke Julia’nın nasıl öldüğünü anlatacaktı, o da kadını teselli edecek bir şeyler söylemek isteyecek ama kuru birkaç kelimeden başka bir şey bulamayacaktı. Evet, evet çok yakında böyle olacaktı.
Odadaki soğuk hava omuzlarını ürpertti, örtülerin altına girip, karısının yanına uzandı, birer birer herkes gidiyordu, tutkularla doluyken, solmak ve yaş ilerledikçe çökmektense, öbür dünyaya cesurca gitmek daha iyiydi, karısının sevgilisinin gözlerinin hayalini yıllarca kalbine nasıl gömdüğünü düşündü.
Gabriel’in gözlerine yaşlar doldu, daha önce hiçbir kadın için böyle hissetmemişti bu duygu aşk olmalıydı, yaşlar daha da arttı ve yarı karanlıkta, yağmur damlalarının döküldüğü ağacın altında duran genç çocuğun hayali gözünün önüne geldi, Diğer şeyler de yakındaydı, ruhu ölmüşlere
  odaklanmıştı, onların bilinmeyen varlıklarını fark ediyor ama değişken ve oynak varlıklarını anlayamıyordu, kendi kimliği gri, görülmeyen bir dünyada yavaş yavaş soluyordu: Ölmüşlerin vaktiyle yaşadığı gerçek dünya ise yavaş yavaş yok olup, küçülüyordu.
Camlara vuran hafif tıkırtılar yüzünden pencereye baktı, yine kar başlamıştı, uykulu gözlerle, lambanın ışığının karşısına düşen gümüş ve siyah renkli kar taneleri seyretmeye başladı, batıya doğru yolculuğa çıkmasının zamanı gelmişti, evet gazeteler doğru söylüyordu, İrlanda’nın tümü kar altındaydı, her yere, ağaçsız tepelere kar yağıyordu, Micheael Furey’in gömüldüğü tepedeki metruk kilisenin mezarlığına, mezar taşlarının üzerine, haç işaretlerine, çıplak dikenlerin üstüne, Allen bataklığına, biraz daha batıdaki Shannon nehrinin siyah, asi dalgalarına da kar yağıyordu, tüm dünyanın üzerine kar yağarken Gabriel’in ruhu yavaşça çalkalanıyordu, kar, sanki tüm yaşayanların ve ölmüşlerin üzerine kendi sonlarını hatırlatır gibi yağıyordu.
SON
Yazan: JAMES JOYCE
Çeviren: Müjde Dural

Bu da olmadı...................

$
0
0
Hiç bir zaman geç kalmadınız.
Kaç kere yoldan dönmüş de olsanız,
Kaç kere döndürülmüş de olsanız,
Dünyanın bütün günahını taşıyor da olsanız,
Hayatınızdaki her şeyden kendinizi suçlu hissediyor da olsanız,
Kendinizin "yüreğiniz" tarafından kabul edileceğine inanmıyor olsanız da,
Siz yine de "kendinize,yüreğinize" yürüyünüz,
Hiç kimse inanmasa da siz kendinize inanınız..

Hazret


Masalın içinde yaşamak...

$
0
0

Çok yıllar önce Big Fish'i izlemiştim yakın zamanda da Life of Pi'yi izledim ve anladım ki masal-filmleri seviyorum ben..Bu sefer belki de masal-filmlerin en çarpıcılarından birini izledim.."The Fall"

Filmle ilgili enteresan bilgiler var; filmin çekimi toplam dört sene sürmüş ve 28 farklı ülke gezilmiş bu ülkeler;


Taj Lake Palace, Lake Pichola, Udaipur, Rajasthan, India
Teges Village, Ubud, Gianyar, Bali, Indonesia
Agra Fort, Agra, Uttar Pradesh, India
Agra, Uttar Pradesh, India
Andaman Islands, India
Argentina
Bali, Indonesia
Brazil
Buenos Aires, Federal District, Argentina
(Jardin Botanico and Jardin Zoologico)
Butterfly Reef, Fiji
Cambodia
Cape Town, Western Cape, South Africa
(hospital scenes)
Chand Baori, Abhaneri, Rajasthan, India
Charles Bridge, Old Town, Prague, Czech Republic
(Blue bandit jumps from bridge)
Chennai, Tamil Nadu, India
Chile
China
Dunsfold Park, Dunsfold, Surrey, England, UK
(model of Fatehpur Sikri for visual effects explosion sequence)
Egypt
Fatehpur Sikri, Agra, Uttar Pradesh, India
Fiji
Hagia Sophia, Istanbul, Turkey
Himalayas, Nepal
Hollywood, Los Angeles, California, USA
India
Italy
Jaipur, Rajasthan, India
(Jantar Mantar)
Jodhpur, Rajasthan, India
(blue city)
Ladakh, Jammu & Kashmir, India
Maldives
Mehrangarh Fort, Jodhpur, Rajasthan, India
Pangong Lake, Jammu & Kashmir, India
Paris, France
Prague, Czech Republic
Romania
Salar de Uyuni, Bolivia
Sossusvlei, Namib-Naukluft National Park, Namibia
South Africa
Spain
Sumatra, Indonesia
Turkey
UK
Valkenberg Hospital, Cape Town, Western Cape, South Africa
(Hospital)
Villa Adriana, Tivoli, Rome, Lazio, Italy,





Sahnelerin hiç birinde özel efekt kullanılmamış. (filmi izleyince ne kadar saygı duyulası bir durum olduğunu göreceksin)Ne acaip değil mi? Bu bilgiler bile başlı başına filmi izlemek için bir neden bence ama ben kolay değilimdir bunlarla yetinmem derseniz buyrun burdan yakın; Küçük kız çocuğu Alexandria kolunu kırmış ve bir hastanede yatmaktadır..Farklı bir nedenden yine o hastanede yatan Roy ile arkadaş olurlar ve her şey Roy'un ona istediği bir şeyi yaptırmak için anlattığı hikaye ile başlar..Sonra Roy'un ağzından dökülen hikaye Alexandria'nın çocuk zihninde canlanmaya başlar..Hikayenin sonlarında Roy masaldan ve hayatından vazgeçmek istese de küçük kızın saf ve ona duyduğu sonsuz güven belki de Roy'u tekrar yaşama bağlayacak şey olacaktır..Belki de? 

Mükemmel bir anlatım mükemmel bir sunum ve küçük kız çocuğu alexandria'ya hayat veren Catinca Undura'nın gerçek hayatta yaşarmışçasına asla rol kesmeden,boğazıma yerleşen kocaman yumruya sebep yeteneği..Her sevimli kız çocuğunun olabileceği kadar meraklı, yaramaz (buz yüklü kamyondaki buzları yalayan :),hastaneye yatmadan yaşadığı travma yüzünden çok korktuğunda altına kaçıran ve gugli,gugli,gugli,go away! diyerek kötülükleri savmaya çalışan zeki kız çocuğu..

Benim için yeri her zaman farklı olacak filmlerden biri idi the fall..En başlarda olacak filmlerden..Belki de küçük kızlarımı düşünüp vazgeçmemek için çabalayan ben'i düşüneceğim..







Sanki film için bestelemiş Beethoven;


İki ayrı Beyrut..

$
0
0
İlki İbrahim Maalouf'un Beirut'u..Çok hüzünlü,çok paramparça..





Yazar Amin Maalouf'un yeğeni..Yıllar sonra Beyrut'a geliyor ve sokaklarında yürürken bu parçayı mırıldanıyor..büyük bir hayal kırıklığı..Eskiden Doğu'nun Paris'i olan Beyrut virane artık..




İkinci Beirut şu çok sevdiğimiz hem coşkun hem hüzünlü müzik yapan canım cancağzım grup..Sen de ahhğğhh orda olsam hafif dumanlı aaaaooooooaaaooo diye bağırmak istemez miydin?? Olmayı istediğim tek yer an itibariyle..biz de burda dinleyelim ozman napalım?

aaaaaaaoooooooooooo aoooooooaaaa aoooooaooooaoooooo..............


















Resimler tabi bana ait değil..Ama bir gün gidip orda fotograf makinemle sokak sokak gezmeyi o kadar çok,o kadar çok istiyorum ki..O kadar olur..Kulağımda da Elephant Gun elbette..

Viewing all 71 articles
Browse latest View live